27 Nisan 2013 Cumartesi

denize yakın bir yerde

deniz kenarına taşınmaya karar verdim.
biliyor musun, çok yorgunum bu aralar. yok ki dertlerden filan. tüm işler yoğunlaşmak için tek bir tarih seçerler benim takvimimde. bu tip günlerde dünyayı ben kurtaracakmışım gibi hissederim ve aslında.. emmeann, neyse dur.
bugün tatilim ve deniz kenarına taşınmaya karar verdim. hava da güzel zaten. alkolle tatlılanmışken, hafif esintili ama sıcak bir köşede, dalga sesleriyle uyumak hayali beynimin bilmediğim bir lobunu çok meşgul etmeye başlıyor ve ben tüm maddi gücümü toplayıp atlıyorum bisikletimin üstüne, kondisyonum beni nereye götürürse oraya gitmeye karar veriyorum. bir pub veya ufak bir ingiliz barı bulsam da oralarda sabahlasam düşüncesi yavaştan ısırmaya başlıyor. uzun zamandır evden dışarı çıkmamışım, kurumuşum lan resmen. her şekliyle bu gezinin iyi geleceğini kendime hatırlatıyorum, olur da vazgeçecek olur isem, teselliler üretip vazgeçmekten vazgeçiyorum. bisikletimin son kontrollerini yapıp bana oldukça uzun gelen yolculuğa başlamak için ilk adımı atıyorum ve evin kapısını açıyorum. yolculuk başta keyifli görünüyor. sağ tarafımda kocaman bir dağ, sol tarafımda uçsuz bucaksız deniz ve etrafta ses seda yok. işin kötüsü, görünürde bar falan da yok. ama yılmıyorum, devam ediyorum pedal çevirmeye, nasıl olsa yokuş aşağı, geri dönüşü düşünemeyecek kadar da heyecanlıyım, son sürat gidiyorum. nihayet ilerde bir tabela görünüyor. eski, paslanmış, ne yazdığı belli bile değil. iç güdüsel olarak alkol kokusu alıyorum ve yöneliyorum. tahtadan, tam da hayallerimi süsleyen barlardan bi tanesi görünüyor ufukta, ancak oraya gelene kadar bir grup insanla karşılaşıyorum. koskocaman bir ağacın altında, duruyorlar. anlam veremiyorum. hatta biraz da ürküyorum. ne olduğunu sonra anlayacağım, devam ediyorum. kulübenin yanına yaklaşıyorum, bisikletimi nereye bıraksam güvenli olur filan gibi klişe ve bir o kadar da gereksiz şeyleri sorgularken göbekli, beyaz saçlı, sarı bıyıklı bir amca beni içeriye alıyor. kendimi birden yaş ortalaması kırkın üzerinde teyze ve amcaların yanında, elimde irlanda birası ile buluyorum. atmosfer güzel, hatta müzik beklentimin çok üzerinde ama yine de hayalini kurduğum yerde miyim diye sormadan edemiyorum. bu küçük kulübeden bar, denizin tam dibinde. bardan çıkar çıkmaz kendinizi plajda buluyorsunuz. hatta bıyıklı bir mahmut abi'nin gelip şezlonglar için sizden para isteyeceğini bile sanabiliyorsunuz. bu salakça sorgulamalar beni bulunduğum ortamın çaylağı gibi hissettiriyor ve oraya ait hissedemeden, daha ilk dakikadan yabancılaşıyorum. çok geçmeden biram bitiyor, bir tane daha geliyor. bu arada erkeklik güdülerimin yönlendirdiği gözlerim, yalnızca, ortada dans eden, sarı saçlı ve yüzü vietnam savaşından yeni çıkmış bayanlarla muhatap olmak zorunda bırakıyor beni. başta beni eğleyecek hiçbir şey bulamadığım için sıkılıyorum, sonra ilk defa içtiğim siyah biranın tesiriyle gittikçe keyifleniyorum. keyifleniyorum da, keyiflendikçe çişim geliyor. tuvaleti sorduğum göbekli, beyaz saçlı, sarı bıyıklı amca bana ilerde kocaman bir ağaç gösteriyor. oraya gidiyorum ve grup halinde işiyoruz. geri dönüp içmeye devam ediyorum. keyfim arttıkça artıyor. teyzelerle dans etmeye hatta içkilerini içmeye başlıyorum. beni çok sevecek olmalılar ki her taraftan içkiler yağmaya başlıyor. alkol kana karıştıkça sarhoş olmaya başlıyorum. alkol kana karıştıkça eksik bir şeyler olduğunu hissetmeye başlıyorum. eksik bir şeyler... yuh. "abi" diyorum kendime, "gerizekalı bile değilsin sen. huzurun zirvesindesin; hala bitmiş, olmayan şeyler peşindesin, gerizekalı bile değilsin." kendi kendime söylenip hayıflanırken bir el sırtıma dokunuyor, beni dışarıya çıkartıyor -kim olduğunu göremeyecek kadar sarhoşum- bana güçlü olmamı söylüyor. baş parmağını gözlerimin altında gezdiriyor ve parmakları ıslanıyor. bana karşı nasıl ve neden bu kadar şefkatli olabildiğine anlam veremiyorum, 'gideyim ben artık' diyorum, sesim cebimden çıkıyor ve muhtemelen anlaşılmıyor. "senin daha bir kadınla konuşmaya halin yok be" deyip beni şezlonglardan bir tanesine götürüyor. yatırıyor ve gidiyor. yandaki şezlonglardan anladığım kadarıyla yukarıda gözlerimin aradığı tüm güzel kızlar burada başkalarıyla birlikteler ama ben bunu düşünemeyecek kadar anormal hissediyorum.
gözlerimi kapatıyorum. dünya dönüyor.
alkolle tatlılanmışken, hafif esintili ama sıcak bir köşede, dalga sesleriyle uyuyakalıyorum.
ben uyurken dalgalar vuruyor, rüzgar esiyor;
farkına varamıyorum..

ulaş.

21 Nisan 2013 Pazar

Nocturne Op.9 No.2

içimde yazasım yok. bekleme o vakit yazdığım yerlere girip girip.
ama dolapta elma var, paylaşmasak mı?

neyse..
bizim evde elmaların kaderi hep çürümek oldu zaten.

hmpf..