12 Haziran 2014 Perşembe

alerjik reaksiyon

burnuma tuzlu su çektim. bu duyguyu pekiştirmesi için gidip kendime internetten okyanus dalgalarının sesini dinlettim. gözümü bir dakika kadar kapattıktan sonra sıkıldım. gözlerimi açtım. pencereye gidecektim; ama ezbere bildiğim karşıdaki yeşil apartmanı ve içinde kararmış buzdolabı görünen komşumla karşılaşıp yalandan selamlaşmak, sonra da sırıtıp ne yapacağını bilemez şekilde içeri dönmek istemediğim için pencereye gitmekten vazgeçtim. gittim kendime bir bira açtım. bira hemencecik ısındı, içemedim. dün akşam sarhoş eve geldiğim ve yatağımın kenarındaki masaya küt diye bıraktığım, ardından da çıkan sesle ritmler tuttuğum telefonumu düşündüm. hala orada mıydı acaba. eğer pili bitmişse ve bana ulaşamazlarsa diye endişelendim. annem geldi aklıma. başka kimsenin merak etmesi umurumda olmadı. sustum. gidip müzik kutusundan gnosienne’yi açtım. müzik kutusunun adı atom, sarhoş bir arkadaşım takmıştı bu adı ona, ufacık bir şey, müzik çalarken ışıklar saçıyor ve eğer sarhoşsanız bu çok sinir bozuyor. neyse, geri döndüm. gidip burnuma bir tuzlu su daha çektim. sonra kalktım pencereden dışarıya baktım. dışarıda hayat var; bir kadın kaldırımın kenarında bekliyor. mercedes geliyor, alıyor kadını, gidiyorlar. kadın güzel. mercedes geçerken, yolun kenarındaki bisikletli çocuklar kenara çekiliyor. annelerinin tembihlediği ne kadar da belli diye düşünüyorum niyeyse.  komşum beliriyor karşıdan, buzluğunu açtığı sırada ben hemen evin içine saklanıyorum. beni görmediğinden emin olduktan sonra odama yürüyorum. “bu adam günün 24 saatini mutfakta mı geçiriyor yahu.” yatağıma gelip oturuyorum. karşımda rene magritte’nin meşhur tablosu var. bir gün bu kadar sıkılırsam ben de sanatçı olabilirim diye düşünüyorum. sonra rüzgar esiyor, tablonun altı hafifçe kalkıp oturuyor ve arkasından bir fotoğraf düşüyor. kısa boylu, kırmızı kotlu, eli bileziklerle dolu, bembeyaz bir eşarp dolamış boynuna, sahil kenarında yürüyor fotoğraftaki kız. fotoğrafı çektiğim günü hatırlıyorum. sonra “hadi bırak kamerayı” deyişini, beni yanına çekip kafasını omzuma basışını, dalgaların sesini… kafamı kaldırıyorum. fotoğrafı alıp, kırmızı renkli kitabımın arasına koyuyorum, kitabın kapağını sevip yatağa yatıyorum. gözüm yine duvardaki tabloya ilişiyor. bir dakika kadar duruyorum. “bu nasıl bir pipo olamaz ya, çok saçma..” sonra sıkılıp, kalkıyorum. atomu kapatıyorum. telefonumu da buldum; pili bitmemiş ve hiç çağrı yok. susuyorum. gidip kendime bir bira açıyorum. ısınıyor, sıcak sıcak içiyorum. komşumla karşılaşmayı göze alarak pencereye çıkıyorum. bisikletli çocuklar şimdi top oynuyorlar, eğer o top arabama gelirse görüşeceğiz onlarla.  komşum da ortalıklarda yok. burnumun akmasıyla, mercedes’in geri gelmesi aynı ana denk geliyor. burnumu çekiyorum, bir adam sürücü koltuğundan iniyor, gidip diğer taraftaki kapıyı açıyor ve sırıtıyor. burnumu çekiyorum. arabadan başka bir kadın iniyor. kısa boylu. kırmızı bir kot giyiyor, elleri bilezik dolu ve boğazına beyaz bir eşarp dolamış. sarılıyorlar ve yürüyorlar. burnumu çekiyorum. kız çocuğunun dengesiz vurduğu top arabama çarpıyor. burnumu çekiyorum. komşum çıkıyor karşı pencereden, yalandan gülüşüyoruz. “nasılsın” diyor. burnumu çekiyorum. iyiyim diyorum, iyiyim. sonra sırıtıp, ne yapacağımı bilemez bir şekilde sırtımı dönüyorum, gidip burnuma tuzlu su çekiyorum. “olsun” diyorum, “bu da böyle bir hayat. biraz daha uyumaktan kimseye zarar gelmez.” yatıyorum.
aklıma geliyor,
“o pipo değil, sadece piponun bir resmidir.”
  
“-siktir git ya.”
 …


bitemeyen hikayele.r
ulaş.